Author: hazarcandogabakan

  • 41°01’42.2″N 28°57’21.9″E – 20:33

    Bu yazı Şükrü Çavuşay’a adanmıştır

    Çok güzel bir günden ve çimenlerin canlılık ve tazelikle parladığı, Haliç’in dalgalarının usulca dans ettiği ve insanların günlük hayatlarından bir es alıp, derin bir nefesle, arkadan geçen trafiğin sesine aldırış etmeden huzur buldukları bir gün batımı manzarasından sizileri, seni selamlıyorum. Sırtımı bir ağaç gövdesine yaslıyor ve Fener Rum Lisesinin ardından batan Güneş ile hasret gidererek ofis hayatımın gerçekliğini unutmaya gayret ediyorum. Galata tarafından esen rüzgar sağ kolumu okşamak yerine adeta kolumdan tutup kalk gidelim diyor ve ben bu paragrafı bitirir iken, güneş yavaş yavaş tepenin ardından bize veda ediyor. Ve ben, demin betimlediğim manzaranın huzuru ve mutluluğu ile bu anı sizinle paylaşabildiğim için kendimi şanslı hissediyorum. Ve Güneş,  Haliç Köprüsünü aydınlatırken ben onun sıcaklığına hafif bir özlem duyarak ve keşke kapüşonlumu da giyseydim diye düşünürken derin bir nefes alıyor ve hafifçe, içten içe titriyorum.

    Ve sonra diyorum ki 

    Oh, oh, sometimes I get a good feeling, yeah

    I get a feeling that I

    Never, never, never, never had before, no, no

    I get a good feeling, yeah

    Isınmak için, yanımda getirdiğim balyozumla biraz çalışıyorum. Yoldan geçen hafif tekinsiz gözüken 3 erkek bana selam veriyor ve beraber gülüyoruz. Sonrasında hemen solumda, Haliç’in kıyısında balık tutan bir genç kadın gözüme çarpıyor dip boyası gelmiş sarı kıvırcık saçlarıyla, ve fosforlu turuncu oltasıyla, turuncu montumu ve güneş sarısı gömleğimi tamamlayan ve aynı zamanda manzaraya enterasan bir kontrast katan bir görüntüye sahip olduğunu düşünüyorum. Ben bir sağa bir sola balyozumu çevire durayım, yine kıvırcık saçlı fakat saçını topuz yapmış arkadaşı beni çaktırmadan işaret ediyor. Fark etmemiş gibi yapıp, ısınma ritüelime devam ediyorum. Tekrar oturuyorum ve bu hikayeyi size anlatıyorum.

    Gerçek şu ki bu şarkı sözü aklıma takıldı ve doğru şarkıyı bir türlü bulamadım ve beni biraz akışımdan çıkarım Google amcaya mırıldanmaya itti. Ama yine de sözlerin ve melodinin hissiyatı üzerimden gitmeden tekrar buraya dönüp yazmaya devam edebildim. 

    Gerçek şu ki bugün, yine, nasıl geçti anlamadım. Ancak şu anda ofiste olmanın beni ne kadar daralttığını, ve bu darlamanın göğsümde vuku bulduğunu anlayabiliyorum. Bazı günler kendimden o kadar kopuk yaşıyorum ki, şu an gibi anda olduğum zamanlar bana, bir oyun karakteriymişim gibi hissettiriyor. Ellerimin kollarımın çok farkında oluyorum ve bedenim bir tuhaf hissettiriyor, sanki bedenim ve zihnim uyuşmuyormuş gibi. 

    Ve bu hisleri yaşarken, derin nefesler alarak vücut ısımı yükseltip, titremenin ve bu ayrı hissedişin önüne geçmeye çalışıyorum. Sanırım daha sıcak bir yerden devam etsem daha iyi olacak.

    Haliç’in bu saatteki manzarası gerçekten sürreal bir güzellikte. Dalgaların uzak ufuktaki günbatımının turuncusuyla boyanması hayata ayrı bir berraklık katıyor. Her şey çok net, her şey çok temiz. 

    Beton, topraktan daha sıcak. 

    Hayatı seviyorum fakat bazen neden bu güzelliklerden kendimi mahrum bırakıp kendimi bir karanlığa mahkum ediyorum bilmiyorum. Bu gibi anlar, bana hayatın yaşamaya değer olduğunu ve bir gülümsemenin binlerce içi ısıtabileceğini bana hatırlatıyor. Hayat güzel, ben güzelim her şey güzel hissi yüzümde hafif bir tebessümle, ve Haliç’in sürreal manzarasına bakan gözlerimde ufak bir kaç damla yaş ile vuku buluyor. “Kendimi seviyorum” diyorum içimden. Benim ilacım bu gibi anlar. Ve bu güzelliği içime her nefesle çekiyorum ve anımsamak için gözlerimi kapatıyorum. Bu sıcak hissin, Haliç’in dalgaları gibi, içimde ki ateşin aydınlığıyla dans etmesine izin veriyorum. Ve zoraki bütün endişelerimin benden çok uzakta olduğunu hissediyorum. 

    Karnım tok, sırtım pek hayatımın güzelliğine şükrediyorum ve umutla geleceğe, ve karşı kıyıdaki spot ışıklarına bakıyorum. Hayatımın güzelliği karşısında şaşkınlığa uğruyorum. O kadar karanlığın aydınlanabilmesi, bir bahar akşamı methedilen Haliç manzarasıyla mı olacaktı? Komik ama hüzünlü geliyor. 

    Sanki kuyuya bakıp beni aşağı çekenin kendi acı bedenim olduğunu fark etmek gibi bir his.

    Ve bir anda bu transtan çıkıyorum. Yoldan geçen kel bir adam sen adın Şükrü mü diye güler yüzle soruyor bana. 

    Şükrü Çavuşay. 

    Şükrü Çavuşay ismi sanki bir büyünün tellafuzuymuş gibi içimde dalgalanan bu hislerin kahkahalar ile salıverilmesini sağlıyor. Ve ben gülüyorum; geleceğe, kendime, bugün konuştuğum bütün insanlara ve hikayemin bir parçası olan herkese gülüyorum. 

    Kıvırcık saçlı kıza, Ankaralı  dostlara, Tekinsiz Üçlü’ye ve yoldan geçen bebeğe gülüyorum. Ve Şükrü Çavuşay’a teşekkür ediyorum.  Bu gece onsuz olmazdı.

    Ve ben bu anın büyüsünde, bu anlatıyı bitirmek istemezken, geride bırakmak istemezken, bu titremeyi ve anı geride bırakıp; yarattığı dalgaları içimde taşıyarak sizlere veda ediyorum. 

    İyi ki varsınız ve İyi akşamlar. 

    41°01’42.2″N 28°57’21.9″E

    21 Nisan 2025 20:33

    Ps: Şarkıyı buldum: Pretty Lights – Finally Moving

  • “Seni yaşama bağlayan neydi merak ettim doğrusu.”

    Bu yazı bir mektup olarak yazılıp, sonrasında ir açık mektup olarak düzenlenmiştir

    Yorucu bir haftanın arkasına gelen yorucu bir günün sonunda size ulaşıyorum.
    Keyfiniz yerinde mi? Kafalar iyi mi? Karnınız tok, sırtınız pek mi?

    Ben bir hayli yoruldum. Dün 3 saat antrenmanın ardından aç karna arkadaşımın doğum gününe gittim. Dost tavsiyesi: Spor üstüne, özellikle karınını doyurmadan bir tane bile olsa içki içmeyin. Çünkü ertesi sabah, hele bir de aynı benim gibi düzenli içmeyen biriyseniz, uzun zamandır yaşamadığınız türden bir akşamdan kalmalık yaşayacaksınız. Ve sorumluluklarınız olduğu için zor bela kendini yataktan atıp tramvayda kusma noktasına geleceksin. Ve bir de benim gibi 8 – 14 yaş grubuna öz savunma dersinde çalışıyorsan, bir katolikle tanışmaya hazırlanın çünkü kafanızın içinde çalan çanların kimin için olduğunu anlayamacaksınız.

    Keyifler yerinde mi derseniz şu paragrafı yazdıktan sonra keyfim yerine geldi. Derin bir nefes vererek zihnimin vücuduma indiğini hissettim.

    Beni yaşama bağlayan şey neydi, yaşamın kendisiydi aslında. Yaşamın kendisi.
    Yaşamın kendisini seviyorum. Yaşamayı, nefes almayı, güzel bir müzikle beynimin erişilemeyen yerlerinin kaşınmasını, gereksiz yere koşturmayı, zıplamayı, sevişmeyi ve hüsrana uğramayı, ve küfür etmeyi seviyorum. Hayatın kendisine küfür etmeyi, insanlar küfür etmeyi seviyorum.

    Yeri geliyor insanların kalplerine ve ruhlarına dokunmayı seviyorum. Onlara hayal kurdurmayı, onlarla dans etmeyi ve şefkatle bakmayı ve öyle derin bakmayı ki onlara kendilerinin her şeyleriyle görüldüğünü hissettirmeyi. Bazen balyoz taşımayı seviyorum mesela. Millet Eminönü – Kadıköy vapurunda gün batımını izlerken ben balyozumla fotoğraf çekinmeyi seviyorum mesela.

    Ya da rast gele insanlarla tanışmayı, kısa vapur yolculuklarına bir dostluk sığdırmayı… Bunu özellikle çok özledim…

    Yıldızlı gökyüzünü, köyümdeki yıldızlı gökyüzünü izlemeyi çok seviyorum mesela. Ve sadece Ay Dede’nin aydınlattığı köy yolunda yürümeyi ve hayranlık Ay Dede’yi izlemeyi.
    Ve sevmeyi ve sevilmeyi seviyorum. Ruhumu beslemeyi ve dans etmeyi. Dans etmeyi çok özledim en son bir hafta önce dans etmiş olmama rağmen. Göz göze teması, ten tene teması ve beraberce orangutan olmayı seviyorum.

    Arkadaşlarımla hayal kurmayı seviyorum mesela. Onlarla şekilden şekile giren konuları konuşmayı ve onlarla birlikteyken gelen “kim siker üçgenin iç açılarının toplamını” hissiyatını seviyorum. Yaşamayı seviyorum acısıyla tatlısıyla. Kazan dibini yerkenki lezzeti ve ben bunu diyetisyene ne diye anlatıcam diye de gelen hafif suçluluk duygusunu. Yorucu bir günün ardından içilen limonatanın hücrelerime kadar ulaşan lezzetli hissiyatını da seviyorum bir yandan. Yeni yemek tariflerini denemeyi ve denerken arkaya güzel akışta bir müzik açıp, bir şişe şarap ve bir paket sigara eşliğinde kendimi, 25 yaşında ben şimdi neredeyim ve nereye gidiyorum hissiyatından da soyutlayıp, yetişkin gibi hissetmeyi seviyorum. Sonrasında bulaşık yıkmaktan da nerfret etmeyi ve her seferinde bulaşıkları yıkarken o soyutlandığım düşüncelerin aklıma tekrar hücum etmesini de seviyorum.

    Arkadaşımın çat kapı gelip hayatımda alakası olmayan konulardan hikayelerden bahsetmesini çok seviyorum mesela. Ya da başka bir arkadaşıma yardım etmeyi ve onun için uykuyu ertelemeyi.

    Çünkü yaşam ve ben bu güzel hissiyatları ve çirkinlikleri hak ediyoruz.

    Ben yaşamayı hak ediyorum.

    Çünkü ben hayal de kurabiliyorum. Bir ormanlık arazide 4 5 çocuk ve bir eş ile güzel bir aile kurduğumu hayal edebiliyorum.
    Mükemmel evimi hayal edebiliyorum, ahşaptan ve boydan boya camları olan yüksek tavanlı bir evi.

    Ailemler bir gün tekrar bağlanabilmeyi ve onların bilgeliklerinden de faydalanabilmeyi hayal ediyorum mesela. Babamın bana felsefeyi ve fotoğrafı ve ahşap işçiliğini öğretmesini hayal edebiliyorum.

    Kendimi tekrar sevdiğimi ve kendime gereken saygıyı gösterdiğimi ve bedenimin ve ruhumun ihtiyaçlarını karşılayabildiğimi hayal edebiliyorum mesela.
    Maceralı bir hayat yaşadığımı, şu anki gibi masa başı değil de senin anlattığın gibi ruhlarla, yaşamla, insanla, doğayla ve dünyayla bağlantı kurabildiğim ve akışta hissedebildiğim bir yaşam mesela.

    Ya da hikayeler yazdığım bir yaşamı hayal edebiliyorum. Kendi başına bir felsefesi ve külliyatı olan bir fantastik hikayeler zinciri yazdığımı ve yaptığım betimlemeler ile insanların karakterlerimle yekvücut olabildiklerini hayal edebiliyorum mesela. Yaldızlı bir geceye baktıklarında gökte görükleri herşeye dair hayal kurabildikleri ve benim de bu hayllerini gür bir ateş ile besleyebildiğimi hayal edebiliyorum mesela.

    Ateşin yaşam olduğunu biliyiorum mesela, parlak ve karanlık, Aydınlatan ve gölge yaratan. Isıtan, koruyan ve yokat eden.
    İçimdeki ateşi canlandırmayı hayal edebiliyorum mesela. Gür sesimle korkmadan haykırabilmeyi ve güzel şarkılar söylemeyi; ve arkadaşlarıma, dostlarıma anlatacakları hikayeler yaşatabilmeyi veya benim hikayelerimi kulaktan kulağa taşıyanbildiklerini hayal edebiliyorum mesela.

    Ama kalıyorum. Olduğum yerde, korkuyla ve endişeyle kalıyorum. Hayattan ve başarısızlık gibi gereksiz bir etiketten korkuyorum. Kendim olmaktan ve kendim olduğum için acı çekmekten korkuyorum mesela ve hayatımı harcamaktan da….Hem korkuyorum, hem aldığım nefesi seviyorum. Yaşamayı seviyorum. İyi ki hayattayım, iyiki yaşıyorum demeyi, diyebilmeyi seviyorum. Hemde hayatıma girip çıkan bütün orospu çocuklarına karşı dimdik durmayı ve beni öldüremediniz orospu çocukları! Hayattayım hayatta! Şimdi gidip kendinizi sikebilirisiniz! diyebilmeyi seviyorum mesela.

    Yani anlayacağınız kendi topuğuma sıkmadığım zaman ve kör göze parmak hesabı doğrusunu bildiğim yanlışları yapmadığım zaman, ben, yaşamayı çok seviyorum.

    “You need chaos in your soul to give birth to a dancing star. ” diyen Star-dustt’a adanmıştır.

  • Bugün ilk gün değil.

    9301. 9301 gün. Bugün 9301. Gün.

    Bugün ilk gün değil. Yeniden başladığım, tamam sıfırlıyorum kendimi “let’s fucking do this” günü değil.

    Bugün yeni bir defter alıp, sikindirik bir isim koyup dağınık yazımla bir şeyler gevelediğim bir gün değil.

    Bugün yeni bir gün değil. Yeni bir ben değilim.

    Bugün kabuk ettiğim bir gün.

    Hiç bir bok yapmadığımı, yapmak da istemediğimi, sadece ölmek istediğimi kabul ettiğim bir gün. İçeriden dışarıdan çürüdüğümü hissettiğim, ve bunu kabul ettiğim bir gün.

    Kendime yalan söylediğimi, hiç bir şey bilmediğimi, kendimi tanımadığımı, kendimi de sevmediğimi kabul ettiğim bir gün. Kendime yabancılaştığımı, ne kadar sakal bıyık saç değiştirsem de kendime yakınlaşamadığımı kabul ettiğim gün.

    Bugün kendimi iyi hissetmediğimi, kendimi yönlendirmediğimi yönlendirmek de istemediğimi kabul ettiğim gün.

    Bugün hiç bir sik yapmak istemediğimi, sadece ölmek, kendimi ölüme kadar uyuşturmak istediğimi kabul ettiğim bir gün.

    Bugün kendimi öldürmek istemediğim bir gün. Bugün hayatta kalmak istediğimi, yaşamak istediğimi kabul ettiğim bir gün. Bugün hergünün dünyayla değil, kendimle bir savaş olduğunu kabul ettiğim, fakat kendimi kabul etmek istemediğim bir gün.

    Nefes almanın ağır geldiği, kendimi de pek anlatmak istemediğim, uyumak istediğim bir gün. Bugün bağımlı bir kişiliğimin olduğunu kabul ettiğim bir gün. Kendi topuğuma sıktığımı ve yürümek istemediğim halde bir yerlere varmak istemediğimi kabul ettiğim bir gün. Bugün kendim olmak istemediğim bir gün.

    Bugün kesinlikle yeni bir gün değil. Kimseye bir şey söylemek istemediğim bir gün. Söylemek istediğim o kadar şey de olmadığını, bomboş bir hayat yaşadığımı da kabul ettiğim bir gün.

    Bugün uyumak istediğim bir gün, aynı davranışlardan farklı sonuçlar bekleyeceğim bir gün. Bugün kendimi huzura kabuşturmak istediğim bir gün. Bugün kendimi sevmek istediğim bir gün.

    Bugün bir şey bilmediğimi kabul ettiğim bir gün. Doğrusunu bildiğin yanlışlar mı? Doğru ne?

    Şu an 803,522,830 .’uncu saniye ve ben yaşamak istiyorum. Yukarıdakiler okay değiller ama oradalar ve ben kendime rağmen yaşamak istiyorum. Kendime rağmen.

  • 01.04.25 – 00:34

    Wow.

    Sadece… Wow. 

    Uzun zamandır elime kalem alıp bir şeyler yazmıyordum. Ne yazacağımı ve nasıl bir şey ortaya çıkacağını şu an ön göremiyorum. Sonuçta bu bir günlük girdisi ve bir fikir yazısı olmalı değil mi?

    Sadece düşündüğüm şeyler.

    İlk yazımın çok güzel olmasını istedim. Neticede ilk girdi. İnsanları yakalamalı ve geri dönme arzusu uyandırmalı değil mi? 

    Hayır. İlk yazının gereksiz bir önemi oluştu sadece kafamda. Kendimden beklentim ve başkalarına göstermek istediğim şeyler kafamda o kadar büyüdü ki, ilk yazıya gereğinden fazla anlam yükledim. Halbuki, şimdilik, burası bir halka açık günlük olacak. 

    Uzun zamandır, yani baya uzun zamandır, ne bir şey yazıp çizdim; ne de bir şeyler okuyup araştırdım. Arkadaşlarıma dediğim gibi, kendimi harcadım, çarçur ettim. Kendime sevgi göstermekle kendimden nefret etme arasında çok gidip geldim ve kendime, daha doğrusu beni aşağıda tutmaya hatta yere mıhlamaya yemin etmiş alışkanlıklarıma boyun eğdim. Kendimden nefret ettim. Sevgiyi hak ettiğimi biliyorum ki hak etmek çok kuvvetli bir ifade oldu. Hak etmek. Bir çocuk neyi hak eder ve ben neyi hak ederim?

    Gerçek şu ki bu gibi sorunların bir önemi yok. Ben neyim, ne oldum, kim oldum, nereye nasıl geldim? Bunların önemi var. 

    Bu yazının sik gibi olacağını biliyorum ve ilk defa kendimi, sesli günlüklerimde yaptığım gibi,  bir “konuşmacı” pozisyonuna koyup, size bir şeyler anlatmakta zorlanıyorum. Sanırım bir süre size değil kendime hitap etmeye çalışacağım. Ama şunu söylemeliyim:

    Hayatımın bir noktasında pes ettim. Artık mutlu olamayacağımı düşündüğümden veya geç olduğunu düşündüğümden değil. Kendime güvenim kalmadığı için. Hayatımda bir değer görmediğim için. Sahi ben ne yapıyorum bu hayatımda? Hayatımda. Bu bile gülünç geliyor. Yaşadığımı bile zar zor hissediyorum yeri geldiğinde ve günler hiç bitmeyen, ve geceler hiç dinlendirmeyen… Aynı aynı aynı ve uzak bana. Kendimden uzak. Kendime uzak. Hayatım, nefesime uzak. Ağda içinde yürümeye çalışan bir böcek gibi hissediyorum bazen kendimi ve giderek ışığımın söndüğünü görüyorum. Kendime bakamıyorum bazen ne hale geldim diye. Ne hale geldim diye. Ne hale geldim diye. Kendimi sevmem bu kadar zaman almışken her geçen gün ipin ucunun biraz daha kopmasına izin vererek, hep düşe kalka aynı yerlere gelerek ve sözlerimi tutmayarak kendine yabancılaşmak. Ve öz denen şeyin ne olduğunu bilmemek. Ve kendimi abartmak. Ve her akşam eve döndüğümde metalin soğunun ve yakıclığının hayalini kurmak. Ve hiç bir lezzetten keyif alamamak.

    Just do it hal bu ki değil mi? İnsanlara ulaş, yardım iste, kendine bir çıkış yarat ve sonra başardım hayatta kaldım diye bağır tekrar aynı 2 sene önce yaptığın gibi. Hayattayım orospu çocukları beni öldüremediniz. Beni öldüremediniz. Ben ölmedim. Nefes alıyorum. Yaşıyorum. Yaşıyorum. 

    Yaşıyorum.

    Ve yaşamaya devam edeceğim. Ve bu sefer kendime inat. Kendime, “weakling”e inat yaşamaya ve yükselmeye ve inşaya devam edeceğim. Kırılıp yok olmak isterken kendimi yok etmek isterken var olmaya ve ilerlemeye devam edeceğim. Çünkü ben var olmayı hak ediyorum. Ve yaşamayı hak ediyorum. Kendimle dalga geçebilmeyi ve kendime gülebilmeyi ve kendime şefkat gösterebilmeyi hak ediyorum. Bildiğin yanlışları yapma. Doğrusunu bildiğin yanlışları yapma. Hayatta bunu tekrar ettim kendime. Her tekrar ettiğimde de tekrar kafa göz yanlış yaptım. Bilerek ve isteyerek ve bahane uydurarak. Kendime “izin vererek”. Ama her defasında da kendimden iğrenerek. 

    Sanki sürekli ilerliyormuşum da bir yere varamıyormuşum gibi boğucu bir his… Kendi nefesimde hissetliğim zayıflık ve yalanlar, başkalarına değil kendime söylediğim yalanlar. Kendime bile isteye tekrar tekrar yaşattığım acılar. Kontrollü azap, bilinen cehennem. Ve arada kalmış ne olduğunu anlamayan bir bilinç. Kendini kontrol edemeyen, etmeyen bir vatandaş. Yapmamanın acısını yapmanın acısına tercih eden bir korkak.

    Kendimi daha fazla gömmeden bitirmek istiyorum ve şununla bitirmek istiyorum. 

    Hayatımın nereye gittiğine dair bir fikrim yok tek bildiğim nereye çekersem oraya ilerleyecek. Ve son 7 yılın, son 7 yılda çarçur ettiğim vaktin acısını üzerimde sürekli taşıyacağım. Ne olarak kullanacağım ise bana kalmış.

    https://open.spotify.com/embed/track/7GtuACePKV9woId52v42Mv?utm_source=generator&theme=0
  • Hello world!

    Welcome to WordPress. This is your first post. Edit or delete it, then start writing!