“Seni yaşama bağlayan neydi merak ettim doğrusu.”

Bu yazı bir mektup olarak yazılıp, sonrasında ir açık mektup olarak düzenlenmiştir

Yorucu bir haftanın arkasına gelen yorucu bir günün sonunda size ulaşıyorum.
Keyfiniz yerinde mi? Kafalar iyi mi? Karnınız tok, sırtınız pek mi?

Ben bir hayli yoruldum. Dün 3 saat antrenmanın ardından aç karna arkadaşımın doğum gününe gittim. Dost tavsiyesi: Spor üstüne, özellikle karınını doyurmadan bir tane bile olsa içki içmeyin. Çünkü ertesi sabah, hele bir de aynı benim gibi düzenli içmeyen biriyseniz, uzun zamandır yaşamadığınız türden bir akşamdan kalmalık yaşayacaksınız. Ve sorumluluklarınız olduğu için zor bela kendini yataktan atıp tramvayda kusma noktasına geleceksin. Ve bir de benim gibi 8 – 14 yaş grubuna öz savunma dersinde çalışıyorsan, bir katolikle tanışmaya hazırlanın çünkü kafanızın içinde çalan çanların kimin için olduğunu anlayamacaksınız.

Keyifler yerinde mi derseniz şu paragrafı yazdıktan sonra keyfim yerine geldi. Derin bir nefes vererek zihnimin vücuduma indiğini hissettim.

Beni yaşama bağlayan şey neydi, yaşamın kendisiydi aslında. Yaşamın kendisi.
Yaşamın kendisini seviyorum. Yaşamayı, nefes almayı, güzel bir müzikle beynimin erişilemeyen yerlerinin kaşınmasını, gereksiz yere koşturmayı, zıplamayı, sevişmeyi ve hüsrana uğramayı, ve küfür etmeyi seviyorum. Hayatın kendisine küfür etmeyi, insanlar küfür etmeyi seviyorum.

Yeri geliyor insanların kalplerine ve ruhlarına dokunmayı seviyorum. Onlara hayal kurdurmayı, onlarla dans etmeyi ve şefkatle bakmayı ve öyle derin bakmayı ki onlara kendilerinin her şeyleriyle görüldüğünü hissettirmeyi. Bazen balyoz taşımayı seviyorum mesela. Millet Eminönü – Kadıköy vapurunda gün batımını izlerken ben balyozumla fotoğraf çekinmeyi seviyorum mesela.

Ya da rast gele insanlarla tanışmayı, kısa vapur yolculuklarına bir dostluk sığdırmayı… Bunu özellikle çok özledim…

Yıldızlı gökyüzünü, köyümdeki yıldızlı gökyüzünü izlemeyi çok seviyorum mesela. Ve sadece Ay Dede’nin aydınlattığı köy yolunda yürümeyi ve hayranlık Ay Dede’yi izlemeyi.
Ve sevmeyi ve sevilmeyi seviyorum. Ruhumu beslemeyi ve dans etmeyi. Dans etmeyi çok özledim en son bir hafta önce dans etmiş olmama rağmen. Göz göze teması, ten tene teması ve beraberce orangutan olmayı seviyorum.

Arkadaşlarımla hayal kurmayı seviyorum mesela. Onlarla şekilden şekile giren konuları konuşmayı ve onlarla birlikteyken gelen “kim siker üçgenin iç açılarının toplamını” hissiyatını seviyorum. Yaşamayı seviyorum acısıyla tatlısıyla. Kazan dibini yerkenki lezzeti ve ben bunu diyetisyene ne diye anlatıcam diye de gelen hafif suçluluk duygusunu. Yorucu bir günün ardından içilen limonatanın hücrelerime kadar ulaşan lezzetli hissiyatını da seviyorum bir yandan. Yeni yemek tariflerini denemeyi ve denerken arkaya güzel akışta bir müzik açıp, bir şişe şarap ve bir paket sigara eşliğinde kendimi, 25 yaşında ben şimdi neredeyim ve nereye gidiyorum hissiyatından da soyutlayıp, yetişkin gibi hissetmeyi seviyorum. Sonrasında bulaşık yıkmaktan da nerfret etmeyi ve her seferinde bulaşıkları yıkarken o soyutlandığım düşüncelerin aklıma tekrar hücum etmesini de seviyorum.

Arkadaşımın çat kapı gelip hayatımda alakası olmayan konulardan hikayelerden bahsetmesini çok seviyorum mesela. Ya da başka bir arkadaşıma yardım etmeyi ve onun için uykuyu ertelemeyi.

Çünkü yaşam ve ben bu güzel hissiyatları ve çirkinlikleri hak ediyoruz.

Ben yaşamayı hak ediyorum.

Çünkü ben hayal de kurabiliyorum. Bir ormanlık arazide 4 5 çocuk ve bir eş ile güzel bir aile kurduğumu hayal edebiliyorum.
Mükemmel evimi hayal edebiliyorum, ahşaptan ve boydan boya camları olan yüksek tavanlı bir evi.

Ailemler bir gün tekrar bağlanabilmeyi ve onların bilgeliklerinden de faydalanabilmeyi hayal ediyorum mesela. Babamın bana felsefeyi ve fotoğrafı ve ahşap işçiliğini öğretmesini hayal edebiliyorum.

Kendimi tekrar sevdiğimi ve kendime gereken saygıyı gösterdiğimi ve bedenimin ve ruhumun ihtiyaçlarını karşılayabildiğimi hayal edebiliyorum mesela.
Maceralı bir hayat yaşadığımı, şu anki gibi masa başı değil de senin anlattığın gibi ruhlarla, yaşamla, insanla, doğayla ve dünyayla bağlantı kurabildiğim ve akışta hissedebildiğim bir yaşam mesela.

Ya da hikayeler yazdığım bir yaşamı hayal edebiliyorum. Kendi başına bir felsefesi ve külliyatı olan bir fantastik hikayeler zinciri yazdığımı ve yaptığım betimlemeler ile insanların karakterlerimle yekvücut olabildiklerini hayal edebiliyorum mesela. Yaldızlı bir geceye baktıklarında gökte görükleri herşeye dair hayal kurabildikleri ve benim de bu hayllerini gür bir ateş ile besleyebildiğimi hayal edebiliyorum mesela.

Ateşin yaşam olduğunu biliyiorum mesela, parlak ve karanlık, Aydınlatan ve gölge yaratan. Isıtan, koruyan ve yokat eden.
İçimdeki ateşi canlandırmayı hayal edebiliyorum mesela. Gür sesimle korkmadan haykırabilmeyi ve güzel şarkılar söylemeyi; ve arkadaşlarıma, dostlarıma anlatacakları hikayeler yaşatabilmeyi veya benim hikayelerimi kulaktan kulağa taşıyanbildiklerini hayal edebiliyorum mesela.

Ama kalıyorum. Olduğum yerde, korkuyla ve endişeyle kalıyorum. Hayattan ve başarısızlık gibi gereksiz bir etiketten korkuyorum. Kendim olmaktan ve kendim olduğum için acı çekmekten korkuyorum mesela ve hayatımı harcamaktan da….Hem korkuyorum, hem aldığım nefesi seviyorum. Yaşamayı seviyorum. İyi ki hayattayım, iyiki yaşıyorum demeyi, diyebilmeyi seviyorum. Hemde hayatıma girip çıkan bütün orospu çocuklarına karşı dimdik durmayı ve beni öldüremediniz orospu çocukları! Hayattayım hayatta! Şimdi gidip kendinizi sikebilirisiniz! diyebilmeyi seviyorum mesela.

Yani anlayacağınız kendi topuğuma sıkmadığım zaman ve kör göze parmak hesabı doğrusunu bildiğim yanlışları yapmadığım zaman, ben, yaşamayı çok seviyorum.

“You need chaos in your soul to give birth to a dancing star. ” diyen Star-dustt’a adanmıştır.

Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *